15 Aralık 2016 Perşembe

Japonya'da bir Restoran "Ukai Toriyama"

 Bugüne kadar hiç gezi yazısı yazmadım.Bu da bir gezisi yazısı sayılmaz ama Japonya'da bir restoranı tanıtmak istiyorum.Çünkü BAYILDIM!!!!!Belki zaman ve maddi olarak ayıracak imkanı olan varsa haberdar olsun bu yerden istedim..

 Maddi olarak da dedim çünkü biraz pahalı.Tabiki ben de her gün böyle yerlerde yemek yemiyorum.İnstagramdan takip edenler bilir,bugün doğum günüm için Kou sürpriz olarak buraya getirdi.Ortalama olarak eğer içki içiyorsanız kişi başı 10.000yen kadar tutuyor.Ve fakat çok çok şahane bir deneyim oluyor...Yılda bir işte :D

 Öncelikle belirteyim ki resoranın ana teması tavuk olduğundan,dikkat edenler için söylüyorum,içinde domuz olan herhangi birşey gelmiyor masaya.Onun da ötesinde tahminimce Türk insanımın asla yiyemeyeceği hiç birşey yok.Ama restoranın havası,suyu,fotoğrafı...Aha işte burası Japonya dedirten cinsen!Belki de bu sebeptendir ki,yabancı artistler falan Japonya'ya geldimi buraya getirdikleri çok oluyormuş.

Restoran ünlü Takao dağını eteklerinde.Takaosan istasyonundan otobüse binip kıvrıla kıvrıla dağ yolundan restorana varabiliyorsunuz.Ama istasyondan taksi ile de gidilebilir.Çok uzak değil.

 Dediğim gibi dağın eteklerinde ama nasıl etek...Doğal,buz gibi derenin üstüne kurulmuş,minik köprülerle bağlanmış, minik minik Japon kulübeleri..Ve o kulübelerin hepsi ayrı bir gruba ait oda oluyor.Yani mesela biz bugün ailecek o kulübelerin birinde yemek yedik.

Manzarayı bol bol fotoğraflamak istedim.Ama inanın fotoğraflardan bu yerin büyüsü % 10 bile anlaşılmıyor.Daha arabayı parkettiğiniz yerden görünen manzara ışıl ışıl meşaleler arasından görünen değirmenin giriş kapısı.Hemen sağınızdaki bina "Dünya kültür mirası".Giriş kapısı şöyle.



İçeride hemen sağda bir değirmen var.Kapıdan içeri girince bekleme salonu.


Kulübenin içi de dış gibi tamamen Japon usulü restore edilmiş.Servis desen on numara.



Mesela şu örtününü altında bizim montlarımız var.Çünkü biraz sonra ortadaki mangal gibi şeyde tavuk kızaracak ya,montlarımız kokmasın diyeymiş.Kalın bir Japon usulü örtü ile güzelce katlayıp  örttü teyzem hepsini.Normalde ne montlar geliyorsa artık. :D Bizimkiler koksa noooluuuur :)))


Yemeklere gelince,nasıl yumulduysam çekmeyi unutmuşum hep :)))))) Aklıma geldikçce çektiklerim bunlar ama ortalam bir sette 4 çeşit şey geliyor önünüze.Önce tavuk köftesi ve şeker patatesinden bir kuple,arkasından bu gördüğünüz tofu.



Tofu yiyemem diyenler olabilir ama hayatımda yediğim en sahane tofulardan biriydi.Çünkü üstündeki susam sosu.Tahin gibi birşey :)

Sonra çorba ve tavuk,sebze konbinesi geliyor.Miktarlar az.Gözünüz doymayabilir ama set menü bittiğinde gayet tok kalkarsınız :) Sonrasında da ortadaki kumlu alana mangal gibi birşey getiriliyor.Yanına da pişecek tavuk eti,ufak biberler,biraz pırasa ve tavuk köftesi.Yanında da sosu.İsterseniz sossuz sadece tuza batırıp yiyebilirsiniz ki ben bu tuza da bayıldım.Tuzun nesine bayıldım bilmiyorum ama çok güzeldi. :)))))



En son da karın üstüne pekmez dökersin ya o hesap,şerbetli buz parçacıkları gibi bir tatlı geliyor.Bir buz sever olarak onu da sevdim. :)

Yemeği yanında ne içtiğimize gelince,Kou alkolsüz biraz!Nihahahha :) Çünkü arabayla geldik. :) Ben? Tabikisi Sake! Burada başka ne içecektim.Bambunun içinden akışına yandığım. :)



Böylelikle yemeğimiz bitti ama restorandan ayrılamadık.Kulübeden çıkıp yürüyüş yaptık.Dedim ya sanki orman içinde dereler arasında kurulmuş eski bir Japon köyünü geziyormuş gibi..Çoook güzeldi.



Bu köşe mesela "amazake" köşesi.Yani tatlı sake.Aslında pek sake sayılmaz çünkü içinde %1'den daha az derecede alkol var.Yani Cola gibi birşey.  :)  "Amazake" kış aylarında içiliyor.Sıcak ve tatlı.Vücuda çok yararlıymış öyle diyorlar.Ben aslında pek sevmem.Ama burada tabiki denedim ve tam anlamıyla doyamadım!!!Hayatımda içtiğim en lezzetli amazakeydi.Hala tadı damağımda.Keşke satsalar bir yerde alsam.O kadar..



İşte böyle şahane bir yerde şahane bir yemek oldu.Elimden gelse hepinizi götürebilsem.Öyle yaşamanızı isterim.

Bu arada bu restoran haziran ayında sadece 2 tarihte,kulübelerde yemek yerken dışarıda ateşböcekleri görünebiliyormuş!!!!!!Rezervasyonu Nisan ayının 4'ünden itibaren başlıyormuş!Ay inşallah bir kere daha gideceğiz o zaman :) Belki bu sefer dostalarla gideriz.

Böylelikle gaza gelmiş,gezi yazısı tadında bir restoran tanıtımı okudunuz :) Devamı gelir mi bilmiyorum.Gelir umarım.Kou'dan beklentimiz büyük.Sürprizlerin devamını tememenni ediyoruz. :))

Restoran Linki


26 Ağustos 2016 Cuma

Aslında... (Bizim Düğün)

Tbt günü var ya evrensel.He işte ben de şimdi annemin evinde her perşembe dibine vuruyorum anıların.Normalde pek denk gelemesem de tbt şeysine,buradayken çok eğlenceli. :)

 Geçen de fotoğraf albümlerinin arasından bizim düğünle ilgili gazete küpürünü buldum.Yazılan yalan yanlış şeylere,gazeteye haber olduğumuza o zamanki gibi güldüm.İnstagrama koyunca da bir kardeşim altına "Ne güzel çok eğlenceli anılarınız var" yazmış.Şöyle bir düşündüm gülümseyip.Hakkaten bizim düğündür evlenme sürecidir komik komik anlattım hep.Bazen burada da.Çünkü komik.Ve ben hatırladığımda çok eğleniyorum.Ama bu bir cümle yorum şöyle derince bi düşündürdü beni.Göründüğüm fotoğrafı.Çünkü

ASLINDA

 Biz kendi düğünümüzle ilgili para biriktirmek dışında hiçbir hazırlık yapmamış ve geldiğimizde hazıra konmuştuk.Çünkü ben pek o işlerden anlamazdım.Hem annemin gönlü olsun,hem de heyecanına zevkine varsın  diye O'na bırakmıştım.Zaten Japonya'dan çok da burnumu sokma imkanım yoktu.Öyle olunca;

1) PASTA keseceğiz,pasta sahneye bir geldi! Bildiğin dört köşeli karton kutu! :))) Çünkü otel "pasta bizden abla hallederiz demiş.Ama sahneye karton kutu çıkacağını,sonradan davetlilere pasta dağıtılacağını söylememiş.Kontrol etmeyince de.. :) Bu arada Japonya'dan 50 kadar misafirimiz var.Japonya'da düğün demek pasta demek.En çok para neredeyse pastaya gider.En ihtişamlı göz alıcı,sanat eseri olanı çıkar.Pasta çıkınca herkes fotoğraf makinesi elinde sahneye koşar.Rezil olduk mu Japonya tayfasına :))))))))

2)Pasta kesilirken (yalancı pasta :) ) garsona bahşiş verilirmiş.Ben öyle işleri pek bilmediğimden,Kou'nun da bilme imkanı olmadığından cebimizde falan beş kuruşsuz öyle kaldık sahnede.Garson para ister! Annemler de hoş beşten farketmiyor.Sen teeee Japonyaya kız ver.Adam pinti çıksın ;))) Neyse garson Japon mapon diye neyse dedi. :))) Sonra babam affettirmiiş bizi neyse :)

3)Nişanda makyajımı yapan kuaför harikalar yaratmıştı!Bayılllmıştım o makyaja.İllaki gene o yapsın dedim.Ama artık gelinliğe mi uymadıysa,ters gününe mi geldiysem,10bin kat fondotenle önce bildiğin kırışık bişey oldum,sonra da pandaya dönüştüm.Ağlamim hadi bundan da olmiyim dedim boşverdim. :)

4)Kou'nun abisi Londra'da yaşıyor.Bi kuaför arkadaşını da getirecekti.Gelmek istemiş düğüne.Hem de Türkiye'ye.Adam Londra'da defilelere falan çıkıyomuş.Yapsın mı saçını dedi.Ben de hem ayıp olmasın hem otelde hazırlanırız iyi olur diye peki dedim.Çünkü öyle konvoy monvoy da bana göre değil.Araba bile süslemedik.Neyse bi 5 kişi daha yapar dedi.Tamam dedim.Önce benim saçımı baya tiftikli koyuna çevirdi.(Kou duymasın.Ona bile söylemedim bu duygularımı :) ) Sonra da geri kalan plandaki yakın akraba 5 kişiyi yaklaşık 5 saatte bitirdi.Ve ben daha iyi saç yaparım sanırım..Üstüne de kendi karısının saçını bir saat yaparak bu arada ayıp olmasın diye biz sahneye çıkmadan Onu bekleyerek  aşşağıda bekleyen misafirleri 1 saatten fazla beklettik.Bu arada Japonlar kuzu kuzu öyle oturup beklerken,Türk misafirlerim (bir kısmı diyeyim) yemeklere daldı :D Manzarayı düşünün :) Neyse dedim ağlamadım :D

5)Gelinlikle sahneye çıkarken zaten alelade tutturulmuş duvağıma hiç tanımadığım veledin biri şaka olsun diye asıldı.Ve ben sahneye tek elim kafamdan sökülmüş duvağımı tutturmaya çalışarak çıktım. Veledi göremedim ama bak tanıyanlar okuyor eminim.Biliyorsanız bugün hala aynı hisleri taşıyorum.Verin Onu elime :D

6)Yine fotoğraf çekimleri için hiçbir hazırlığımız olmadığı için,(öf evet hepsi benim suçum)öyle afilli bi pozumuz bile yok.Hala bi aklımda kalan bişey varsa o da albümde duran 20 sene öncesi pozları :) Neyse kısmet 10.yılımızda nikah tazelemeye artık. :D Ayşe Arman'ınkilere bayıldım çünkü!Ben de yapacağım :D

6)Kimono da giydik öyle hoşluk olsun diye.Kimonoyu giymesi zaten bir saat,Sonra çıktık o kimonoyla napıcaz.10 dakika dolandık salonda,fotoğraf çekindik.Geri girdik üstümğzğ değiştirdik.Tam komediydi :D

Yani şimdi hepsini düşününce baya fiyasko doluydu :D Ama ben düğünümü hatırladığımda aklıma Kou'nun söylediği şarkı,okuduğu mektup,tüm ailenin sahneye koşup birbirine sarılması,JGiydiğim kimononun Kou'nun annanesinin kimonosu olması.Japon misafirlerin attığı göbekler,bir arkadaşımın "hayatımda gördüğüm en romantik düğündü"sözü,Erdek'in mahalle gazetesine çıkacak sandığımız görüntülerin Kanal D sabah haberine çıkması,oradaki bi dolu yalan dolan komik hikaye :) geliyor.

Polyanna mıyım ki :D Olsun hayat böyle güzel.Onun için bence güzel şeyler hatırlanmalı.Neden anlattın derseniz,hikayeleri kusursuz yapan onları anlatanlar ve dinleyenler çünkü.İzlediğiniz hiçbir hayat hiçbir olay mükemmel değil gençler.





25 Ağustos 2016 Perşembe

En Sevdiğim Takipçi.(Japonya varoşu Duygu :)))

 Türkiye'de uzun kalınca ne kadar farkedemediğimi farkettim bazı şeyleri.İnstagramda beni takip eden arkadaşlara hiç takipçi demedim bugüne kadar.Çünkü biraz tepeden ve itici geliyor bana.Ama bugün affınıza sığınarak sadece bir grup için kullanacağım.Uygun düştüğünü sanıyorum..

 Anlatacağım gene mazallah içimde kalmasın :) Takipçilerimi ancak çözdüm. :)Sanıyordum ki her yorum yapan,merak eden,soran,okuyan aynı.Merak ediyorlar.Merak güzel birşey bence.Öğrenme isteği çünkü.Ben de meraklıyım.E anlatmayı da seviyorsam anlatıyorum bol bol.Ama merak var merak varmış demek..

 İnstagramdan tanıdığım,birkaç arkadaşla görüşme fırsatım oldu.Çok heyecanla hoşuma giderek.Genç arkadaşlarım bana sanki ünlü pop yıldızıymışım falan gibi hissettirdi. :) Yerim onları :) Öyle olmadığını,hayallerin imkansız olmadığını,ben değil ünlü pop yıldızlarının dahi sıradan insanlar (hatta bazen çok çok sıradan) olduğunu bi nebze hissettirebilmişimdir umarım.Yada hayal kırıklığı olmuştur belki.Gözde büyütmemek lazım tecrübesi de önemlidir. :)

 Bir de şöyle diyalogum olan arladaşlar oldu.Tam bu şekilde değil,azıcık dolaylı ama gayet net " Yanlış anlamazsan evin biraz şey..Orda fakir misin?","Evin şehrin içinde mi,biraz uzakta mı? ( Gece kondu?varoş varsa Japonyada :)) )","Kocan ne kadar kazanıyor?Yetiyor mu?","Japonya'da istediğinizi alabiliyor musunuz?"

 O zaman "Yok.Gayet fakir ama gururluyum" deyip gülümseyemedim.Aklıma gelmedi ya. :))) Şimdi çok gülerek yazıyorum.Ben de jeton geç biraz.Hiç hazır cevap değilim.İyi yazarım ama o an bi güzel anlatıyorum alık gibi :))Bi de uzun kalınca Türk kanı gelmeye başladıysa gülüp geçemedim,azıcık "ne diyo bu abla ya" hissi geldiyse içime.

 Neyse yani kısaca istedim ki yazayım buraya.Bunları merak edip de çaaat diye sorma fırsatı olmayan takipçilerim varsa başka da (vardır eminim) herkes rahatlasın.

1)Valla açıkçası Japonya'da hangi tabaka olduğumu bilmiyorum.Çünkü Japonya'da kimde para var 1km uzaktan anlayamazsın.Karun gibi zengin değilse eğer herkes aynı hayat yaşıyor arkideşim.Japonya'da fakir yok.Çalışmayan var.Ama tahminen varoştan azıcık hallice olsam gerek :))

2)Evim,arabam,hiç bişeyim yok.Çünkü Japonya'da evi alıp ömür boyu kira gibi ödüyorsun.Biz yarın öbür gün kafası esip başka bir yere göçebilecek bir aileyiz.Oturduğumuz yer şehir içi ve kimsenin araba kullanmadığı,trenle ulaşım sağladığımız bir yer.Araba lazım olunca kiralamayı tercih ediyoruz.Daha önemlisi Japonya'da insanlara evi yada arabası var mı yok mu diye saygı duymuyorlar.Ben de Kou da mal mülk edinmektense bugünü güzel yaşamayı seven insanlarız.Haa japonya ada ülkesi olmayaydı bir karavan isterdim ama :D

3)Evim Tokyo'nun içinde :) Ama nişantaşı ayarı pahalı bir yerde değil.Bahçelievler diyeyim.Kiram şehir dışına nazaran biraz pahalı ama çok değil.Evim birçok Japon aileyi tatmin eden evlerden azıcık geniş ama bir Türk ailenin asla tatmin olmayacağı kadar küçük.Mobilya?Evet fazla yok.Nereye koyacağım yahu? :) Ama bu durumda bile gelen Japon arkadaşlarım çok sevimli bir evim olduğunu söylüyor.Sağolsunlar.Seviyorum Japonları :)

4)Çocuğum bişeyden mahrum kalmıyor çok şükür.Mahrum kalmakla neyi kastediyor sunuz bilemiyorum ama en azından üniversiteye kadar Türkiye tarzı düşünülecek iyi okul kötü okul olmadığından herkesle aynı imkanlara sahip.İstediği bir sanat,spor vs ilgisi olan alanla ilgili eğitim alabilir.İstediği etkinliğe katılabilir.Çünkü bu imkan Japonya'da çalışıp kazanan herkes için var.Sonra ne bileyim canının istediği birşeyi alıp yiyebilir.Bir de Meyra'nın arkadaş anneleri arasında meşhur Meyra'nın evi çok eğlenceli çünkü çok fazla oyuncağı var...Ama bu biz anne babasından değil dede ve annane kaynaklı..Gönderme dedikçe habire Türkiyeden koli geliyor...

 Böyle işte..Benim kafa fazla bu tarafa basmadığından başka ne merak ettiğinizi düşünemedim.Ama hani sorarsanız yorum falan,daha fazla uzatamayacağımdan bence siz atlayın uçağa Japonya'ya gelin.(bilet birazcık pahalı olabilir yalnız..) Ben sallıyor olabilirim.Kendi gözünüzle görün.Hem Japonya görmüş olursunuz hem beni analiz edebilirsiniz.Fakirsem "ayyy kız o da böyle takipçisi falan var ama yaşadığı hayat değil" şeklinde hayatınıza renk oluveririm.Eh orta halliysem "aman havasından geçilmiyo da,çok da şey değil yani "der bi rahatlatsınız.E ondan sonrası kocası filmci falan,indi mi çıktı mı heyecanlı olur :) Yalnız of bide bakıyosun denizde kum bende paraysa!!!Ama çaktırmıyosam böyle musallat olmasınlar falan diye.Ayyy o zaman napayım haset maset artık..ya da illaki kurtlanacaksaniz valla mutluyum be! 😁😄😄

 Bak sakın ha yanlış anlamayın.Bu şekil soran arkadaşlar da okuyacak çünkü.Lütfen alınmasınlar.Çünkü burada işler böyle yürüyor.Kafaların dolar olduğu ortamda bi bakıyosun kafa ayak uyduruyor.Öyle çalışıyor..Akla ilk bunlar geliyor..Ben sadece üzülüyorum.Gerçekten..Çünkü bi sır vereyim size,paranın sınırı yok.Ne kadar olursa dahasını istersin.Çünkü para oldukça ortamın değişir.Ve o ortamda hep senden daha zenginler vardır.Hayatın senden daha zengine yetişmekle geçerse...Yazık ya..yapmayın bence..hani söylemekle anlaşılmaz tabi ama..

 Neyse,yazının ana konusundan kopuyorduk.En sevdiğim takipçi diyordum. :) Yok yok onlara takipçi diyemem.Hepsi hayatıma dokunan yada hayatına dokunduğum dostlar.İnstagramdaki en sevdiğim hepsiyle tek tek birgün bir yerde görüşmek istediğim dostlar işte aşşağıdakiler.

1)Genç arkadaşlarım.Hayalleri olan.Akılları ilk sırada daha iyi model arabaya,daha yeni daha büyük eve,statüye,en akıllı en çalışkan en zeki çocuk benim çocuğa henüz dönmeyen (umarım dönmeyecek olan),hayalleri yıkılmamış gençler.Seviyorum sizi.Benim elimden gelen birşey varsa gücüm oldukça da bir tutam olsun yardımcı olacağım size.

2)Annaneler,babanneler.Zamanında mecburen gelecek kaygısı vs çatışmasına belki de girmiş ama artık tek isteği torununa güzel bir dünya,güzel bir Türkiye kalması olan,Onun yada Onların huzurlu sağlıklı yaşamaları en büyük dilekleri olan komplekssiz ton ton annane babanneler.(Kompleksliler hariç :) ) Sizi de çok seviyorum.Nolur kalın buralarda.

3)Büyük çoğunluğu malesef yurtdışından (malesef çünkü yurt içinin halinin göstergesidir bu ),ama bir kısmı da yurt içinden yaşıtlarım,belki biraz abilerim ablalarım.Ne dediğimi çok çok iyi anlayabilen insanlar.Yorum yapan yada yapmayan ama bazen özelden destek olan,fikrini belirten,çok sevdiğim yan komşum yada yıllardır tanıdığım bir yakınım gibi hissettiren dostlar.Sizi de çok seviyorum.Ve fikir almaktan tartışmaktan çok çok zevk alıyorum.

 İsim vermedim ama gerek yok.Herkes kendini biliyor.Anladınız siz onu :)

11 Ağustos 2016 Perşembe

Japon Koca Bulmak..

 Şimdi yabancı uluslararası (azıcık da takip edeni olan) çiftlerin tbt günü vazgeçilmezi, düğün nişan fotoğraflarını falan paylaşınca,hemen bir iki mesaj alıyorum."abla ne güzel ya.Ben de Japon biriyle evlenmek istiyorum","ayyy abla benim de hayalim Koreli yada Japon biriyle evlenip orda yaşamak","ablaaa nasıl tanıştınız?Okulda falan oluyor mu öyle yakınlaşma?"

 Ben instagramda elimden geldiğince aldığım tüm dm'leri cevaplamaya çalışıyorum.Bu kardeşlerimin de hayallerini yıkmadan,kırmadan elimden geldiğince yazıyorum.Ama topluca bir bu konuya değinmek istedim.

 Ben mesela liseye kadar (üniversitede birazcık olablir) Tarkan'la of ne hayaller ne hayaller. :) Birgün tanışacaktım.Of bana nasıl aşık olacaktı öyle böyle değil. :) Şimdi bu Koreli Japon işi de bana biraz öyle geliyor.Belirli bir kişi olmasa da çekik gözlü uzak doğulu artiz arkadaşlara vurulup öyle koca isteme.Hepsi de gözümüze aynı görünüyor nasıl olsa. :D

 Ha isteyin tabi.Yeminle hiçbir kötülük bulmuyorum ben bunda.Zamanlama itibarı ile yaş ve hormonlar için hayallerle mutlu olunacak en güzel zaman.Biri benim Tarkan'la olan hayallerime çomak soktuğunda mesela o zaman (ki 10'da 1'ini bilmezlerdi) ,vallahi kedi gibi üstüne atlayıp o dalga geçer sırıtmasını pençelerimle suratına resimlemek isterdim.

 Onun için anlıyorum yani.Hele de şimdi ne yalan söyliyeyim iyidir Japon koca. :D Aşşağıda bir yerlerde yazmıştım.Heheheh.Ama size tek bir nasihatım var.Bu hayalle yola çıkıp,Japon olsun Koreli olsun taştan olsun demeyin.Var çünkü öyle bazen..Size ilgi gösteren,Türk olsa adı muhtemelen Abdulrezzakhamidosman (anladınız siz) olacak,ve yine Türk olsa yan gözle bakmayı bırak,muhtemelen o size yan gözle baksa koşarak uzaklaşacağınız adamlara evlenmeyin...

 Avrupalı kızcağızlar nasıl Türkiye'ye gelip caaanım Türk erkeğimin kaşına gözüne vuruluyor.Gene nasıl Tükiyemize gelin gelen birçok Japon Hanım kızımız kimlere kanıyor..İşte öyle..Başka bir milletin,kültürün,hele ki bu uzakdoğu olacak kadar zerre anlamadığımız bir yerin iyisini kötüsünü seçmek bilmek zordur.Dünyada her memlekette iyi insan da kötü insan da,onu geçtim ömür boyu yanında isteyebileceğin yada isteyemeyeceğin adamlar var.Ama bunu anlamak zor.Kendi kültürünüzdeki erkekleri nasıl ince eleyip sık dokuyorsanız öyle düşünün olur mu.Çünkü Japonya'da yada Kore'de elbette çok güzel adamlarla evlenmiş Türk kızları var. Çok güzel Türk adamlarla evlenmiş uzakdoğu kadınları da var.Siz de onlardan biri olun isterim ben ne bileyim..

 Hatta boşverin bunları.Aşık olun! Ama gözleri çekik diye değil.Gerçekten.. :)

9 Ağustos 2016 Salı

Kavga...

 Gene kıyaslama olmasın dedim.Kavga koydum adını.Kavgayı anlatacağım çünkü..

 Kahvaltımızı etmişiz,annem kar gibi çamaşırları balkondan sallandırmış,biz de balkonda Meyra ve iki güzel ablasıyla meyve yiyoruz.Aniden yandaki evin bahçesinden koca bi uğultuyla bir toz bulutu bir duman.Bir is duman kokusu..Bu arada uğultu devam..

 Bahçe kapısının birşeyini mi kesiyorlarmış.Ama neyi neyle kestiklerini bilemiyorum.İçeri kaçalım dedik.Ama mahalleyi bırak,cam pencere açık olduğundan evin içi bile duman dolmuş.Kokuyor.Artık çok geç olsa da annem koştu çamaşırları topladı..Kendi kendimize söylendik..Yandaki beyfendinin karakterini bildiğimizden neyse dedik bişey demedik..

 bişeyle bişey kesme olayı 20 dakika kadar sonra son buldu.Arkasından matkap mı,kaynak mı bilmiyorum,tam üç saat..En son Meyra'yı uyutmaya çalışırken zaten tepeme gelmişler,çıktım bizim balkondan seslendim.

"Pardon ne zaman bitecek acaba şu keme biçmeniz?"

Taman ben biraz kızgın sormuş olabilirim.Ama beyfendi de tam beklediğim tepkiyi verdi.Ağzında sigarasıyla "hölooolooo  Yapmıyak mı! Ne anlayışsızsınız!!Gapıyı yapıyoz napalım!Hülğğlugoupu Git polis çaaar!!"

Zaten bu beyfendiyi torunlarına davranış tarzından,hitabından gayet iyi tanıyoruz.Bazen çocuklar için gerçekten üzülüyorum..Neyse ben de elbette tartışarak anlamasını sağlayabileceğim birşey olmadığından,azıcık artık kendimi rahatlatmak için mi ne;

"Kim anlayışsız!Yapıyorsanız usulu var!Balkonda kahvaltı edeni var,dışarı çamaşır asanın var!Usulen biz böyle bir iş yapacağız denir!Saygısızlar!"

Dedim içeri girdim.Adam hala "Hülğholuhoo" bişeyler bağırıyordu..

Şimdi durumu analiz edeyim diyorum..Sanki ben anamın karnından Japonya'da doğmuşum..Ama insan medeniyete kolay mı alışıyor neyse artık..Böyle bir iş yapılması illaki lazım geliyorsa ve direk söylenemiyorsa posta kutularına üç gün öncesinden yapılacak işi ve saatini,kaçtan kaça kadar olacağını yazan kağıt bırakıyorlar.Bu sadece böyle kirli ve gürültülü işler için değil,300 metre ileride kazacakları kuyu için de aynı..

Ha aynı düzeni gelip burada aramak tabiki anlamsız.Ve herkesi böyle yaftalamak da değil asla amacım.Mesela tam karşımızda oturan abi de kapı yaptı bahçesine elleriyle.Ama her gürültülü bir iş yapacağında gelip,gelemediyse seslenip "çocuk uyuyor mu?" diye sordu.Sağolsun.Aldı kapıyı çıktı terasında kesti biçti.

Ama işte bu genel sinir,her bişeyi kendine hak görme,başkası tarafından asla bakamama,başkasının hakkını hiçe sayma..Nasıl düzeltmek lazım bilemiyorum.GAVUR Japonya gibi nasıl olsak bu konuda..Fena mı olur..

5 Ağustos 2016 Cuma

Japonya İle Kıyaslamak..

 Ülkeleri birbiriyle kıyaslamak hiç hoş karşıladığım birşey değil.Her ülkenin kültürü başka alışkanlığı başka.Mesela Japonya'ya gelip,birşey görüp "Amaaan bunu biz Türkiye'de daha güzel yaparız.Amaaan bu bizde de var" yaklaşımındaki arkadaşlara da pek sempatiyle bakmam.

 Ama mevzu eğitim,görgü,saygı olayına gelince hele de işin içinde çocuk varsa elimde değil kıyaslıyorum..Ha şimdi bu yazıyı okuyup "Hıh bu da hep ülkemizi kötülesin,hep yabancı memleketler güzel de(Y)il mi" zihniyetindeki arkadaşları hemen bu kısımda okumayı bırakmaya davet ediyorum.Çünkü yazılarımı takip eden dostlar bilir,olaylara gayet objetkif bakar,yeri gelince Japonya'yı da yerin dibine sokarım.

 Neyse...Şunu diyecektim...

 Eğitim bir tek büyğk okullarda olmuyor..Çocuk o boşver öğrenir dedin mi o ülkenin halinden hayır gelmiyor..

Şöyleki;

Geçen gün Meyrayla parka gittik.Salıncak sırası bekliyoruz.Salıncakta 5 yaşlarında bir kız çocuğu salanıyor.Ben Meyraya "abla sallanıp sıra bize gelince binersin tamam mı" diyorum.Meyra da "Tamam" diyor,uslu uslu bekliyor.Kzı bize dönüp;

Kız:Ben salıncağı size vermiceem.
Ben:Neden?
Kız:Çünkü Mehmet(kuzeni.Gerçek adı bu değil.) eve gitti.O gelcek.Ona vercem.
Ben:Ama Mehmet burada yok.Biz sıra bekliyoruz.Mehmet gelince o da sıraya girsin.
Kız:Olmaz.Ben Mehmete vercem.
Ben:Neden?

5 yaşındaki kızın verdiği cevap,ülkemin halini ÇAAAT diye suratıma patlatıyor.. "ÇÜNKÜ BEN MEHMETİ TANIYORUM"...

5 yaşındaki kızçem,hakkı olanı değil orada bşle bulunmayan kuzenini kollamayı öğrenmiş...

Peki Japonya'da 3 yaşındaki çocuklar bunu nasıl hallediyor biliyormusunuz?Şöyle;

A salıncakta,B yanına geliyor;
B:Biraz verir misin? (Elleri birbirine çarparak melodiyle "kaaashiiteee"
A:Olmaz. yine melidyle "daameeeyooo"
B;"kaaashiteee"
A;Olmaz."daaameeeyooo"
B:10'a kadar sayarsam verir miisin?
A: Olur. "iiiyoooo"
B:1,2,3.....10  A iniyor.B biniyor.Es kaza C araya girerse A "hayır B binecek" diyor.Ha elbette 3 yaşında çocuk bu.Huysuz zamanı var.Uykulusu var.Çişi geleni var.Sadece canı sıkılanı var.Mızmızlanıp inmeyebilir.Yada oyuncağını vermeyebilir.Ama olay o değil.Oyun gibi kalıplarla hikaye kitaplarıyla ödünç vermeyi sıra vermeyi sıra beklemeyi öğreniyor.Tanıdığını kayırmayı değil..Çocuk salıncaktan inmezse de A'nın annesi varsa zaten O müdahele edip indiriyor.B'nin annesi varsa O A'ya inmesi gerektiğini söylüyor ve A'nın annesi asla buna gıcık olmuyor.Çünkü doğru olan bu..

İşte böyle..finishi de parktan manzaralarla yapayım da ben değil fotoğraflar konuşsun..Haydi güzel günler..




1 Ağustos 2016 Pazartesi

Sadece Dertleşmek İstedim...

  Bu yazı Japonya ile falan ilgili değil.Baştan söyliyeyim.Belki birkaç gün sonra silerim.Şu an sadece  dertleşmek istiyorum..

 İnstagramda filan da daha önce defalarca bahsettim.Bilenler biliyor. Uykudan nefret eden, mecburi uyuyan bir kızım var benim.Benim gibi de çok anne vardır eminim..Ama benim yaşadığım hayatı yaşayan var mı,varsa ya biz de öyleyiz diyeni arıyorum kendime.Hani sanki yalnız olmadığımı bilirsem güç mü verecek ne..

 Paylaşıyorum ya bahçedeki organik sebzeleri,mis kahvaltıları,pırıl pırıl denizi..Çok şükür kıymetini biliyorum da,yeminle daha sandığınız gibi bir tadını çıkarmadım bunların..Geleli üç hafta oldu..

 Çünkü bütün gün Meyra'yla evcilik oynuyorum.Meyra'yı parka götürüyorum.Meyra'yı denize götürüyorum.Meyra'yla koşturmaca oynuyorum.Meyra'ya origami yapıyorum.Meyra üç kuruş öğle uykusu uyursa da bütün işleri anneme yıkmayayım diye iki ortalık bulaşık topluyorum.

 Yanlış anlamayın.Bu döngüden şikayetçi değilim.Bunu seçen benim.Çünkü Meyra çok duygusal bir çocuk ve alıştığı düzenden,dilden,babasından uzakta bocalamasın,mutlu olsun diye elimden geleni yapıyorum.Yapmazsam rahat etmiyorum.Çünkü Meyra akşamları babamı özledim deyince,eve gidelim diye ağlayınca ben bitiyorum..

 Amma velakin,hayallerle gerçekler bir değil ya..Ah o hayal kırıklığı..Buraya gelince her yer ot bayır.Sokakta oynayacak.Bir sürü insan,Herkesle oyalanacak hayallerindeydim..Oysa ki Meyra aynı Meyra..Su ister "annem versin",bakkala gider "annem gelsin",bişeyin kapağını açamaz "annem açsın"..

 Tamam buna da itirazım yok.Çok şükür yine de.Ama o geceler ah o geceler..Benim kızım uykusu gelince bi enerjik olan türden.Kafa uçuyor.O yatağa gitmemek için bin takla,o yatağa gittikten sonra uyumamak için bin takla.Su isteniyor,beş dakika önce gidildiği halde çişe gidiliyor,illaki aklına anlatacak birşey geliyor.Ha bu arada yanına yatılmadan asla uyunmuyor.Neyse bütün fasıllar bitiyor,geriye uykuyla cebelleşme kalıyor.O gözler 3 saniyeden fazla kapalı kalamıyor!!Hani beş saniye kapalı tutabilse uyuyacak kesin! O arada ben bin kere uyuyakalıp uyanıyorum.O'ysa elinden düşürmediği mendilini habire tırtıklaya tırtıklaya gözler fal taşı gibi açık birşeyler düşünüyor.Hiç bişey düşünemezse aklına dinazorlar geliyor.

 Allah'ımmmmmm!!!! Bu iş her gece istisnasız en az 1 saat.1 saati geçince bende sabır tükeniyor.Dayanamayıp sesimi yükseltiyorum.Bu sefer ağlama faslı başlıyor.Ama öyle bir ağlama,çocuğa birşey yaptım sanar duyan..Sonra barışma,koklaşma,ter içinde dip dibe uyuyakalma...HER GECE!!!

 Bu gece bıraktım ne zaman baygın düşerse dedim.Saat 12'de yatağa götürdüm.Hala uyumayacağım diyordu.Artık bu saatte perişandır uyur dedim..Saat 1.30 oldu!!Pes...Bugün bende de musluklar iflas etti..Boşaldı gözyaşlarım..Onları görünce bu sefer Meyra kucağımda gözümün içine bir bakışı vardı.."Annem artık ağlama,bende ağlamıycam "diye eliyle gözyaşımı bir silişi vardı.Kendimden nefret ettim.Canını böyle acıttığım için..

 Bi daha gözümü kapatıp hemen uyucam diye söz vere vere uyudu şimdi...Bense karmakarışık..Çünkü kendime ayırabileceğim tek vaktim o uyuduktan sonra gece vakti.Ama şu anlattığım durumda çoğu gece yanında uyuyakalıyorum.Nadir uyuyakalmasam saat 11 filan oluyor.O saatten sonra bir kahve yaptım,bilgisayara geçtim derken gece yarısı..Oturunca 2'ye kadar sabah gözümü açamıyorum..Sonra gece olup da Meyra yine yatakta beni iki saat ağaç edince yine kızıyorum..

 Ama bir taraftan da biliyorum ki,her çocuk gibi Meyra da uyumaktansa oyun oynamayı yeğliyor elbet ama artık uyumak istese de uyuyamıyor..Gözlerini kapatıyor ama düşüncesiz kalamıyor.Kendisi bile farkında değil o gözlerin yine açılıp fıldır fıldır döndüğünden.Neler geçiyorsa artık o minik kafadan..Sesimle irkilip farkediyor çoğu zaman.Herkes çocuğunu bilir.Ben Meyra'yı biliyorum.İnatla uyanık kalmak istediğinden değil,Çoğu zaman uyuyamıyor..Ama benim buna bir çözümüm yok..Ne zamana kadar böyle sürecek bir bundan korkuyorum..

 Ve yine bana bu kadar yapışık olması benim çok üstüne düştüğümden,güvenli güvensiz bağlanması bilmemne psikolojisinden şundan bundan değil.Herkes çocuğunu bilir.Minicik bebekliğinden beri duygusallık abidesi Meyra.Balık burcu.Elin derdini dert edinen,çizgi filmde biri üzülse oturup ağlayan,koca insan gibi duygularını saklamaya uğraşan,koca insan gibi sabreden bir çocuk..Laftan anlayan..Her çocuk gibi sıkıntılı şımarık zamanları hariç uysal..Hatta bazen korkuyorum bu huylarından.Daha bacak kadarken böyle ,büyünce hep ezilen uyutulan olmasın şu kahpe dünyada diye..İşte böyle bir çocuk olduğu bana çok bağlı.En ufacık şeyde gölgeme saklanmak istiyor.Her yeni adımında en bildiği en güvendiği ben yanında olayım istiyor.Yeni bir sokağa girerken bile.Yeni terliğini giyerken bile..

 Nerelere geldik..! Velhasıl benim gündüzüm gecem,tatildeymiş,annanenin yanındaymış,öyle yayıp totoyu yatma durumum yok..Tv karşısında bir çekirdek çitlemem yok.Olsa oturup yeni ders videosu çekeceğim.Olsa yeni iş planlarım için hazırlıklarımı yapacağım.Olsa şu bloga iki kelam yazacağım..Olsa belki bir fil izleyeceğim..Olmuyor işte..Ben de böyle birikiyorum..Sonra yazıyorum..Rahatlıyorum.. ;) Şimdiden kendimi iyi hissediyorum. :) İyi ki açmışım bu blogu ve iyi ki okuyan güzel insanlarım var.Çok şükür.Bir de tabiki sağlık var.Bin şükür..  (Yinede saçımı süpürge ettiğimi biri büyüyünce Meyra'ya anlatsın. :))))) Hadi iyi geceler :))

28 Temmuz 2016 Perşembe

Japonya’da Neye Sinir Oluyorum?

IMG_1792
Böyle pozitif pozitif yazıyorum,postluyorum hep de sanmayın ki Japonya’nın her şeyine bayılıyorum.Evet mutluyum burada ve genel olarak huzurlu bir hayat yaşıyorum ama arada bir öyle dank diye iniyor ki tepemden bazı şeyler,hay senin Japonya gibi…dediğim de oluyor.
Bunların en başında geleni,hani bizim arasıra abarttığımız “ay olmaz ayıp olur” kültürünün olmaması.Nerden çıktı derseniz,geçen akşam Meyra’nın sınıf arkadaşının ailesine ait bir restorana gittik bir arkadaşımla.Meyra da vardı.Sonra arkadaşı da geldi.Kız mutfağa gidip babasından hem kendisi hem Meyra için meyve suyu aldı geldi.Meyra’yla içtiler güzel güzel.Sonra biz annesiyle tam mutfak girişinin orda sohbet ederken,kız meyve suyunu bitirip pıtır pıtır mutfağa gidip babasına boş bardağı verdi.Arkasından Meyra da bitirdi.Güzelce teşekkür etti ve bardağı toplamak yerine götürmek istedi.
Ben Türk aklımla arkadaşının babasına bardağı götürmesinde bir sakınca görmedim.Tam mutfağından başından adımını attı ki,arkadaşının annesi bir el hareketiyle O’nu durdurup “yalnız oraya girmek yasak!” dedi..
Bu kadar yıldır Japonya’da yaşıyorum.Bu insanların duvarlarını kalıplarını biliyorum.Ama hala şöyle bir durumda kan beynime sıçrıyor..Bunun için kadını suçlayamam.Kimseyi bir yere sokmak zorunda değil.Sebebi hijyendir başka birşeydir bilemem.Ama ben olsam ayıp olur derim.3 yaşında bebe ne olacak girsin derim.Hem ne kadar ev sahibi de olsa aradaşı da girip çıkıyor.Altı üstü bardak verecek gelecek derim…
Derim arkadaş diyorum..Ve Türk kaprisi deyin ne isterseniz deyin.Birçok konuda sonsuz hoşgörüm var ama hoşgörülebilecek noktalarda sıfır toleransı hoş göremiyorum..Ne yalan söyliyim bir daha da gidesim yok…
Azıcık iç dökme olsun..
Not:Bu noktalar biraz da karaktere bağlı tabi.Bütün arkadaşlarım böyle sert kafalı değil çok şükür…

Bir Anı...

Kadınlar gününe özel bir anımı paylaşacağım sizinle.8 Mart günü değer verildiğimizi sanıp,kadını eşya,kullanılacak mal görenin sadece eğitimsiz,”ayy kro” diye tabir ettiğimiz bir kısım erkekler olmadığını,gizli öküzleri bilin diye..
7,8 sene önceydi.Japonya’ya geldiğimin 2.yılı falan.Gece bir etkinlik vardı.Havai fişekmiydi neydi hatırlamıyorum.Shinjuku’dan yamanote tren hattına bindim.Karşılıklı üçlü koltuklardan boş olan yere oturdum. Karşımdaki üçlü de liseli yaşlarda bir Japon kızcağız,yanındaki yerde de 35-40yaşlarında iki yabancı erkek oturuyor.
İki erkek gözüme bi Türk gelmişti zaten ama konuşmaya başlayınca emin oldum.Nereden baksanız aile babalarıydı.İyi giyimli ve muhtemelen çalıştıkları şirketin stajı,toplantısı,fuarı bişeysi için gelmiş kişiler.O Zaman pek bilgim yok bunlarla ilgili.Sadece aile babası göründüler gözüme.
Onlar benim Türk olduğumu anlamadı.Öğrenciyim o zaman daha.Sırtımda sırt çantası filan.Bir de ilk bakışta anlaşılmıyorum herhalde. Sesimi çıkarmadım.Çıkarmam genelde.Onlar aralarında konuşmaya başladılar.Düzgün bir Türkçeyle..
“Şimdi bu çelikler amma tatlı olur!Off şu yanındaki var ya! “(Liseli kızı söylüyor.)”Onu böyle ….., evireceksin…..çevireceksin…..”
Gerisini hatırlamıyorum.Kan beynimde Nasıl pis bakmışım suratlarına.Birisi döndü benim için.”Bu da çok pis bakıyo.Nereli acaba”dedi.
Yok benim için ağızlarını bozmadılar.Çünkü hazır Japonya’ya gelinmiş.Dikkatler “çekikler”üstünde…Mühürlendi sanki ağzım.Sesimi çıkaramadım.Sinirle indim trenden.Çok büyük pişmanlığımdır.Kalkıp o lafları ağızlarına tıkamamış olmak.Çünkü biliyorum Türk olduğumu bilseler utanırlardı.Çünkü pişkin pişkin yaptığına devam edecek tipler değildi.Japonya’ya gelmiş olmanın erkekçe eğlencesinin kimsenin anlamadığı dillerinin tadını böyle abuk subuk çıkarmak olduğunu sanmış akılsızlardı.
Okur mu birinden biri bu yazıyı acaba.Utanır mı. .
Öyle yada böyle.ülkemizde kadına bakışın açıklaması bu.Erkeğin eğlence anlayışı bu.. Yanlış anlamayın.Bütün Türk erkeklerini mimlemek için anlatmadım.Üç beş güzel erkek kalmış.Biri sizdeyse iyi bakın.Dırdır etmeyin. 🙂

İş yerinden kızmıyorlar mı?/Hasta çocuk yuvası

Hele de birkaç aydır neredeyse ayda 2 kere Meyra’nın ateşi,aksırığı tıksırığı dolayısıyla sabah işe “gelemiyorum “diye telefon etmek zorunda kalıyorum.
İşten sorun etmiyorlar mı?
Etmiyorlar.Yada ediyorlarsa da bana söylemiyorlar. Yalnız böyle zırt pırt olunca bir zor oluyor telefon etmek..İnsanın kendi sorumluluk duygusundan..
Yalnız sorun etmiyorlar dedim ama benim çalıştığım şirketin 100de 70’i filan kadın.Bir çoğu da çocuklu.Böyle olunca gayet anlayışlı oluyorlar bu konularda. Bunun yanında ben bir takımın başı,bir karar merci veya faturalara imza atması gereken biri değilim.Sıradan bir çalışanım. O büyük konumlarda olanlarda sıkıntı oluyormuş.Sıkıntı derken gidecek yani mecbur..
Bir de çalıştığı yer kıl olanlar var.Direk arıza olanlar.E peki ne oluyor o zaman?Çünkü Japonya’da çocuğa annane babanne bakması durumu pek yok.Yakın olsa elbet bu durumda bakarlar ama özellikle Tokyo’da çekirdek aile yakınında ana baba yok genelde.Bir ben değilim yani gurbet elde yalnız olan. 🙂
Neyse ne oluyor o zaman?
“HASTA ÇOCUK YUVASI” diye birşey var.Önceden kayıtlı olmak gerekiyormuş.Öyle kafana göre bırakamıyorsun. Ama kayıtlı olduğun hasta çocuk yuvası varsa,çocuğun hasta olduğu ama işe gitmen gereken gün,normal yuva da kabul etmediğinden,gidip hasta çocuk yuvasına bırakıyorsun..
Çocuk kliniklerine bağlı olan yerler falan çok oluyormuş.İsmi yuva ama kulaktan duyduğum kadarıyla yatıyormuş çocuklar.Hasta ne yapacak.Tamam klinik ve uzmanlar yanı başında ama ya psikoloji?
İşte bu da nadir kültür şoklarımdan birisi..Allah büyük konuşturmasın.Allah mecbur bırakmasın.Ama ben işten değil fırça,tokat yiyeceğimi bilsem,o gün işten şutu yiyeceğimi bilsem..Bırakamam..Daha 2,3 yaşındaki 39 ateşle yanan bebemi,hele de normalde alışık olmadığı yabancı bir ortama,yapayalnız bırakamam..Allah bırakmak zorunda olanlara güç kuvvet,çocuklarına çabucak sağlık versin.

Japonlar Duygusuz mu??

Cuma günü iş yerinden samimi bir arkadaşımla öğle yemeğindeyken,telefonda ufak bir işim vardı,özür diledim,beş dakika istedim.”Yok yok önemli değil.Bak işine”dedi.Gayet sohbetin doğal akışıyla da ekledi.”Kızkardeşim büyük ihtimal kan kanseriymiş.Şimdi hastanede.Test yapıyorlar da,canı sıkılmış.Ben de onunla konuşuyorum..
Ne diyeceğimi bilemedim.Arkadaşımın gencecik kardeşinin kanser olma ihtimaline mi üzüleyim,bunun sohbet içinde böyle normal bir şeymiş gibi geçmesine mi şaşırayım..
Ha işte böyle kaba bakınca olaya,sanıyorlar ki Japonlar duygusuz.Ama öyle değil işte..Görebilene tabi.
Çünkü konuşmanın devamı şöyle gelişti(arkadaşıma Candy ismini koydum);
Ben:Aaa çok geçmiş olsun.Umarım sonuç negatif çıkar.(Ben ondan çok yıkılmış görünüyorum bu arada..)
Candy:(Gülerek) Sağol.
Ben:Ya birşey diyeceğim.Böyle zamanlarda kültür farkı diyorlar ya,işte onu çok iyi anlıyorum.Biz Türkler olsak,sabahtan işe şiş gözlerle gelir,hatta gelmeyebilebilirdik.Oysa daha sonuç belli değil.Olsa da yıkılıp ne yapacaksın.Dik durup ne yapmak gerektiğine kafa yormalı değil mi?
Candy:Bilmem.Öyle heralde.Ben dün akşam öğrendim.Şok oldum elbet.Ama zaten yaırn yanına gideceğim.Morali de yerinde.Önemli olan o.Annem 2 aydır biliyormuş.Hiç belli etmedi.Dün konuşunca,”Tamam kızım yediğine içtiğine dikkat edeceğiz.Ben yarın yanına geliyorum.Halledeceğiz” dedi.Ben de anne olarak çok güçlü buldum.
Ben:Annen kardeşinin,senin yanında perperişan olmanın değil,dik durabilmenin size daha iyi geleceğini nasıl da biliyor.Ona çok saygı duydum.
Konuşma böyle bitti.Başka şeylerden bahsettik.Benim aklımdan doğum hikayem geçti.Daha sancıların başlamasıyla annem odada gözyaşlarını boşaltmıştı. 🙂Duygusal toplumuz biz yapacak birşey yok.Ben de zaten canım burnumda,terslemiştim.Ama duygusal milletiz işte biz.Olmuyor.Ben de sulu gözüm.Meyra doğurusa yanıda olursam,gülerek bekleyebilir miyim bilmiyorum.Ama yürekten dener.Çünkü ben de aynen annem gibi duygusallığım ve yufka yürekliliğimden,Meyra’nın gelmesine henüz çoook saatler olduğunu öğrenip eve gönderdiğim annemin,sancıdan geberirken gelen aramalarına gülerek cevap vermeye çalışıyordum.Üzülüp ağlamasın diye.Annem de “ben duramıyorum!Gelcem.Olsun sabah kadar beklerim” diyordu.
Kanımca herşeyin fazlası zarar arkadaş.Hayatın zolruklarına karşı duygularını tutabilmeli insan tabi.Ama fazla tutup tutup da,sonra en gereksiz sebeple kendini trenin önüne atmamalı..Herşey denge meselesi.
Diye düşünürken ben,Candy’nin gözü telefona ilişti.Kısık sesle kendi kendine konuşur gibi “insan kardeşini kanser olabileceğini öğrenince..Ben olayım yerine.O’na bir şey olmasın” dedi..
İnsan her yerde insan.Can her yerde can..
Not:Dün öğrendk ki çok şükür kardeşi kanser değilmiş. 🙂 Başka zor bir hastalık çıkmış.Ama iyi olacak.

Japonya'da "MİSAFİR"

Misafir vardi bugün söylemiştim ya.Misafir seviyoruz biz zaten o ayrı ama çocuklu çalışan anneler bilir,misafir ağır iştir. Temizliği, hazırlığı, hem de o dar vaktin arasında..
Ama Japonya’da öyle olmuyor.Neden mi?
1)Çünkü eve gelen misafire full menü tatlıya kadar hazırlık yapma adeti yok.Gelen gelince ortada bir tencere bir tava ne pişiyorsa sohbet ede ede pişiyor.E böyle olunca ben üç çeşit bişey yaptım mı,dipleri düşüyor.Ben sevindirik oluyorum. :)Ha bir de yemeği beceremesem de ” eheh evet biz Türkiye’de bunu böyle yiyoruz” deyip yırtabiliyorum. Bizim misafir ağırlama kültürü çok ama çok güzel de,Türkiye’de olsam “oyy yettimi acaba,ay tuvaleti yeterince parlattım mı acaba” stresini her hafta çekebilir miydim bilmiyorum..
2)Malzemeleri beraber almayı teklif ediyorlar.Bu çok doğal bir şekilde oluyor ama benim Türk damarı,yetiştirilme tarzı bunu şu ana kadar kabul edebilmiş değil.Yok yok olur mu,misafirsiniz siz diyorum.Sanırım ömrümün sonuna kadar da diyeceğim…Onlar da içkileri sırtlanıp geliyor o zaman.
3)Yemekleri yiyip sohbete geçmişken hemen biri bulaşıklara dalıyor.Gideceklerine yakın ev toplanıyor.Ki ben bu konuda da rahat değilim.Hep durdurmaya çalışıyorum.Misafir dediğin arkasında dağınık bırakır.Hiç de birşey düşünmem valla..Ama misafir gittiğinde arlama dönüp evde dağınıklık görmeyince,e azıcık sevinmiyor değilim..
4)Ev darmış,perde yamukmuş kimse bakmıyor.Mesela bizim evde üç oda var ama şu gördüğünüz oturma odası,Meyra’nın odası yatak odası ve mutfak.Hepsi bu ebatta.Küçük yani.Benim kafada bu alt sınır.Daha küçüğünü Allah mecbur etmesin oturamam heralde.Ama büyüğünü de istemem heralde.İyiyiz böyle.Ne alışmışım şu memleketin şartlarına derken bugün yine şok olacak birşey buldum. Sonradan dahil olan Meyra’nın yuva arkadaşının annesi tek odada oturduklarını soyledi!!Owwww!! Tabi şokumu belli etmedim ama,bir mutfak,bir oda,bir de yarım loft kat varmış.O yarım kat oda zaten depo olmuş.Tek odanın içinde de artık yatak,çocuğun oyuncağı vs..Vay anasını dedim.
IMG_9844 (1)
Şimdi yazııık demişsinizdir.Bizde olsa”aman yazık derler”deyip ne yapar eder azıcık büyük eve çıkarız.Ama öyle değil işte.Restoranları var.Daha büyük eve güçleri oldğunu tahmin ediyorum ama taşınmıyorlar.
Çünkü
Kimse “vah vah” yada “ayyyyy ufacık odada çocukla olurmu hiç” deyip yaşantılarına burnunu sokmuyor.
Çünkü
Tutumlular.Muhtemelen bir iki sene daha böyle takılıp,sonra büyük bir ev alacaklar.
Çünkü
Japonya’da kimse evine misafir çağırmıyor.Ben gibiler işte . :)))) Çağırıyorum çağırıyorum.Kimseye gitmişliğim yok mesela. 🙂
Ha Türk arkadaşım yok mu?Var olmaz mı.Ama onlar da benim gibi “aaaa ben geldim şimdi sen gelcen” sen şunu yaptın o zaman ben de bunu yapim” du bakim banyonun duvarı mı rutubetlenmiş” kafasında olmayan insanlar çok şükür. 🙂 Biz küçükken annemin bir ahbabı vardı.Misafirliğe gelir perdeleri kontrol ederdi yeminle.Evlerden ırak. :))))
Bugün de ufak bir kültür şokuyla geçti.Ama çok eğlendik.Bebelerin öğle uykusu atlaması sonrası yaşanılan arbede azıcık zordu ama olsun.Bize hep misafir dolsun. 🙂

Japonya Demek "SAKURA" Demek

Bir de ben yazayım şu SAKURA’yı bakayım. Hazır yeri gelmiş.
Sakura kiraz çiçeği demek.Ama Kirazı olmayan kiraz çiçeği ağacı.Meyvesi kiraz çiçeğiymiş gibi düşünün.Yılda sadece 1 kere açar.En uzun 2 hafta dalda kalır.Çünkü narindir.Japonya’nın meşhur bahar rüzgarlarıyla dökülür gider.Ama dökülürken de masal gibi,yavaaaş yavaş üstünüze yağar.Yerleri pespembe bir halıya çevirir,ve gider.Akılda “ayyyy ne güzeldi dimii”diye bir gülümseme bırakır.
imageimage
Japonya’da koca bir sene sakura beklenir.Aylar öncesinden televizyonda hangi bölgede, tam açacağı gün hangi gün, diye hava durumundan sonra sakura tahminleri de verilir.Mart sonu,nisan başı civarı sakura zamanıdır.
Ve o beklenen sakura zamanı geldiğinde,parklar bahçeler mavi örtülerin üstünde yiyen içen eğlenen insanlarla dolar.Bu pikniğe “Hanami” denir.Yani “Çiçek Seyretme”.Haftalar öncesinden planlar yapılır.Piknik günü gelince de,salına salına gidilse yer bulunamayacağından, bir kurban seçilip sabahın 8’inde falan örtü serip yer kapmaya gönderilir.
image
E bu kadar çoşkuya kaçınılmaz bir ticari yan da başgösterir tabi.Market rafları sakuraya boyanır.Yani meyve suları,abur cuburlar,sütler,donrumaların hep sakuralı olanları sadece bu dönem sınırlı sayıda çıkar.İtira edeyim hiç birinin tadı güzel değil. Ama ben pembe tatlıları sevmiyorum ondan olabilir. 🙂 Neyse.
Böyle bir çoşku olayıdır sakura dediğin.Biz diyebiliriz ki “tamam güzel de çiçek işte ne bu yaygara..Bizde de var alası”…
Doğru.Bizde alası var.Hatta sadece çiçeğin değil,doğanın,doğal zenginliğin,verimli toprağın alası var..Çiçek yahu diye Japonlar bu sakura işini abartıyor ne komik diye düşünen de vardır.Ama bence ellerindeki güzelliği cımbızla çekip,değer yükleyip yüreklerine doğa coşkusu ekiyorlar.Kötü birşey mi çoşku? Mesela bu sakura ağaçları sadece bir iki yol kenarında olsaydı. Bir iki park köşesinde olsaydı,denk gelirsek bakıp “ay ne güzelmiş diyecektik.Ülkemizdeki bir sürü rengarenk mis kokulu çiçek gibi.Ama şimdi sakura zamanı her köşe başı pembeye boyanıyor.Parklar,özellikle sağlı sollu dikilmiş yollardan bahsetmiyorum bile.Gece olunca bazı yerlerdeki ağaçlar ışıklandırılıyor.Başlı başına şölene dönüşmüş bir çiçek dediğin.
Japonlar abartıyor mu?Bilmem.Ama bence iyi ki abartmışlar.Çünkü ben zaten en çok baharı severim.Bir de bahara böyle güzellik katıldı mı kendimi rüzgarına kaptırır,Japon gibi aylar öncesinden sakurayı beklerim.Ne varmış ki.
imageimageimageimage

Shinkansen Temizliği Sanatı

Belki metnini duymuş olan vardır.Shinkansen yani yüksek hızlı tren temizliği takdire şayan bu memlekette.Çok temiz olmasından bahsetmiyorum.O sadece shinkansene ait bir özellik değil.Shinkansen’in istasyonda durduğu sadece 7 dakika içerisinde nasıl her köşesinin piri pak olduğundan bahsediyorum.
Bende videosu yok ama girin bakın video sitelerineçAkıllara ziyan!İşte bununla ilgili bir program vardı dün televizyonda.Harward üniversitesinde ders olarak okutuluyormuş!Yeminle!Dersi de gösterdiler.Stüdyodaki Japon konuklardan biri gururundan ağladı.Kıskanılası..
Şimdi nasıl oluyormuş bu adı sadece temizlik olan,görevi üstlenenin ülkemizde temizlikçi denip hor göüldüğü bu iş onu anlatacağım.
Şirketin patronu Yabe Teoru beyfendi temizlik görevlilerinin performans düşüklüğünü ve motivasyonsuzluklarını görüp,birşey yapmalı demiş.Hepsini toplamış ve demiş ki,” Arkadaşlar! Siz temizlikçi teyzeler degilsiniz! Kendinize gelin! Bu koca treni kısacık zamanda tertemiz edecek yeteneğe,bilgiye ve tecrübeye sahip teknikerlersiniz! Sizin teknikleriniz sayesinde biz parmakla gösterileceğiz! Hadi gösterin kendinizi!”
Sonra görevlilerin hal tavurlaır bir anda değişmiş.Bir bir yeni teknikler öneriler gelmeye başlamış.Ve gerçekten o insanların düşündüğü pratiklikler sayesinde bugün teee Amerika’da derslere konu oluyor…
7 dakikanın içeriği de şöyleymiş.1 buçuk dakikada çöpler toplanıyor.30 saniyede koltuklar ters çerviriliyor.4 dakikada yerler ve koltukların üstünün tozu alınıp temizleniyor.Son 1 dakikada da son kontrol yapılıyor.
Şimdi düşündüm.Bizim Türk aklının pratik zekasına kimsenin itirazı olmaz sanırım.Bence biz yararlı bişey için kafayı çalıştırsak,değil 7 dakika 3 dakikada pırıl pırıl yaparız! da……burada ufacıcık bir faktör daha kolaylık oluyor Japonlara …Koltuklarda olmayan çekirdek kabukları,ön koltuğun arkasına asılıp bırakılmamış poşette çöpler,koltuğun yanına sıkıştırılmamış meyve suyu kutuları vs. Heee onu babamda temizler…  🙂

Japonya’da Çocuklar 15 Yaşına Kadar Anne ve Babayla mı Uyuyormuş??

Yok artık!!! 🙂
Diyeceğim ama 15’e kadar olmasa da evet Türkiye’de kabul görmeyecek bir yaşa kadar anne ve babayla uyuyorlar.
Yani şöyle ki,evler küçük yer yok desem.. ama gayet kocaman,müsait evler de gördüm..Onlar da beraber uyuyorlardı.Bunun bir sebebi,mantığı olduğunu sanmıyorum.Benim tanıdığım gördüğüm Japonlar iş güç sorumluluk verildiğinde ne kadar titiz sorumlu ince eler sık dokurlarsa,çocuk konusunda da o kadar rahatlar.Katı kuralları asla yok.
Mesela tuvalet eğitimi diye bir şey yok.Evet teşvik edici kitaplar,tuvalet aksesuarları,yapıştırmalar hatta iç çamaşırları dolu!Ama bir gün belirleyip “Haydi bakalım bugünden itibaren beze güle güleeee” durumu yok.Ben uzun bir tatilimizde böyle yapmaya kalktığımda kayınvalidem çok şaşırmıştı.Tuvaletin eğitimi mi oluyormuş diye..
IMG_7117IMG_7118IMG_7116
Sonra gördüm ki Meyra yaşıtı bebeler hep yarı bezli yarı değil.Yani uzun yola gidilecek,parkta oynanacak vs ise ve totoya güvenilmiyorsa bez takılıveriyor.Ama tuvalete teşvik edilerek.O bez genelde ıslanmıyor zaten.Ne olur ne olmaz diye.Yada gece birçoğu hala bezli. “No no no..Tuvalet eğitimini tamamlamış bir çocuğa bez takılması asla asla olmazzzzz….”tarzı ebeveyn hiç bir yerde yok..
Gece yalnız uyuma konusu da öyle.Bebekken zaten anne kokusuyla uyuyor bebeler.Ondan sonrası için de “bebemin psikolojisi için 2 yaşından sonra ayrı yatak,3 yaşından sonra ayrı oda” gibi birşey hiç duymadım.Yada “valla biz 6 aylıkken ayırdık.Hiç sorun yaşamadık” diyeni de..Çocuk ne zamaaaan “Daral geldi,ne bu hep totomdasınız!Ayrı oda istiyom beeen!Pirensesli yatak istiyoooom!Bananeee!” derse o zaman ayrı odası oluyor. 🙂
Peki ben bu durumun neresinde miyim?Ah çok ortalarda bir yerinde..Meyra’nın bebekliğinin uzun kısmını,yani doğum iznimin bir çook kısmını Türkiye’de geçirdim.Türkçe kitaplar hatim ettim.Araştırmaktan soruşturmaktan kafayı yedim.Sonuç olarak her bir eğitimi denedim.Bin tane kural koydum.Türkiye’deyken ayrı odada da yatırdım.Japonya’ya döndükten sonra tuvalet eğitimi vermeye de kalktım.Sonra hepsinden vazgeçtim..Yani kafası karışık bir bebe varsa o kesin benimkidir…
Ama baktım Japonya’da tuvalet eğitimi almadı diye kimse koca adam olup altına yapmıyor..7,8 yaşına kadar anne babayla aynı odada uyudu diye sonsuza kadar yalnız yatamama sendromuna kapılmıyor..Aksine 5 yaşında başlıyorlar prensesli yatak,ayrı oda istemeye.Ben şimdiye kadar tecrübesizliğimden,mükemmel yapmaya çalışma çılgınlığımdan Meyra’ya eminim çok çektirdim..Şimdi O nasıl istiyorsa öyle yapıyorum.Bez mi abla külodu mu diye soruyorum,O zaten abla külodu diyor.
Ayrı oda?
O da şöyle oluyor..Biz Meyra’ya ayrı oda yapalı daha 3,5 ay oluyor.Yine benim “evet evet artık özgüven kazanmalı mı ne” gelgitlerimden ve daha çok da oyuncaklarının eşyalarının O’na ait bir odaya toplanmasını istememden..Amma velakin 2 buçuk yaşındaki bebeye ayrı oda hazırladığımızı yuvadaki öğretmenleri duyunca her birinin gözleri ayrı yerinden fırladı.Meyra’ya “abla olmuş” derken yüzlerinde öyle “yazııııık” diyen bir ifade vardı ki, “ehehe yok ama oyuncaklar falan toplansın diye ehe..yoksa…beraber yatıyoruz yani..” diye kıvırmak zorunda kaldım. 🙂
Nitekim,Meyra’nın kendi odasında yalnız yatmaları yaklaşık 4 gün filan sürdü.Çünkü baş ucumdaki telsize rağmen ağlayacak da duymayacağım diye tavşan uykularım,gece uyandığında odasına gidip uyuturken sonuç olarak sabah gözümü yanında açmalarım,o ara birkaç deprem filan üst üste olunca “ayyy deprem meprem olacak,biz böyle ayrı odalarda!” diye pimpiriklerim sonucu baktım en başından Meyra’nın yanına kıvrılır olmuşum. 🙂
E bu sefer kocayla ayrı gayrı.. 🙂 O’nun başı kel mi? E madem bizdeki son durum,uyku saati geldi mi mis gibi yatağı bırakıp,yer yataklarını yüklenerek cümleten Meyra’nın odasına taşınıyoruz. 🙂 Sanırım bizim gibilere de Allah akıl fikir versin diyoruz. 🙂